Sitemize Hoşgeldiniz . * Sitemiz Tamamen Bilgi Amaçlıdır.* Yorumunuzu Esirgemeyin.
reklam
felsefe15 Sitemize Hos Geldiniz.




Google Arama
Sitede Arama

felsefe15

Tarih Felsefesi (Philosophy of History)

Tarih felsefesi, insan ve toplumların değişimini ve tekâmülünü yöneten genel kanunların araştırılması, değişimin anlamı ve insanlığın geleceği üzerine nisbî düşünceler ileri sürülmesidir. Tarihî olayların zaman, mekan zinciri içerisinde tespit edip değerlendirmek yerine tarihin, felsefî sorunları açısından bir yorumunu yapmakta, olayların seyrinde hangi kanunların, alışkanlıkların olduğunu ortaya koymaya çalışmaktadır.[1]

«Tarih felsefesi» sözcüğü, «tarih» sözcüğünün çifte anlamına göre iki anlamı olan bir sözcüktür. «Tarih» sözcüğü, hem geçmişte kalan insânî ve toplumsal olaylar topluluğunu, yani yaşanmış geçmiş'i adlandırmakta kullanılır; hem de bu sözcükle, bu yaşanmış geçmişi konu edilen bilim, tarih bilimi kastedilir.

Bazı filozoflar, eskiden beri bu konuda iki Latince deyimle bu ayırımı yapa gelmişlerdir. Geçmişte kalan insani-toplumsal olaylar olarak tarihe resgestae; bu olayları konu alan disipline ya da bilime de historia rerum gestarum demişlerdir. Ama filozofların bir çoğu da, hem yaşanmış geçmişi adlandırmakta, hem de bu geçmişi konu olarak alan disiplini anmada sadece historia (tarih) sözcüğünü kullanmışlardır. Biz, bugün de sözcüğü, bu çifte anlamlılığı içinde kullanmaya devam ederiz.[2]

Bütün tarihi öğrenmek ve bir vakalar koleksiyonu olarak tam manasıyla bilmek, esasen imkânsız olduğu gibi manasızdır da. Çünkü, tek tek vakaların yekûnu olan, yorumun işe karışmadığı bir tarih faydalı değildir. Halbuki, tarihî hâdiseleri anlamaya çalışır, hâdiselerin sebeplerini izah etmeye kalkışarak kendinize göre bir tarih yorumu yaparsanız, tarih değil; tarih felsefesi yapmış olursunuz.[3]

Tarih ve felsefe terimleri, yüzyıllardır birbirleriyle ilişkisi olmayan alanları nitelemek için kullanıla gelmiş olan terimlerdir. Antikçağ'da insanın doğa üzerine düşünerek kendi bilgisini kazanma süreci, Ortaçağ'da yerini tanrıya bırakmış; bu çağı izleyen dönemde ise, her türden yerellik ve tarihsellikten uzak soyut akıl kavramsallaştırması, düşünce tarihinde o çağın genel paradigması haline gelmiştir. Evrene ve kendine ilişkin bilgi elde etme çabasında insanı yeterince tatmin etmeyen bu üç dolayımın, özellikle 18. yüzyıldan başlayarak yerini tarihe terk ettiği; dahası her birinin, kendi tikel anlamlarını ancak ve sadece tarih sayesinde ve tarihte kazandığı fikri, felsefeyi yeni bir yörüngenin eksenine çekmiştir. ‘Geçmişin şimdideki sürekli etkililiği' anlamında bir tarihsellik bilincinin gelişmesiyle birlikte tüm 19. yüzyıl, bir tarih yüzyılı olmuş; tarih ile felsefenin bir arada ele alınması, özel anlamda felsefenin, genelde ise düşüncenin yönteminin ne olacağı sorusu üzerine yeni kavrayışların şekillenmesine önayak olmuştur. Günümüzde sosyal bilimler üzerine düşünmenin olanağı, bu sürecin bilinmesini ve özümsenmesini gerektirmektedir.[4]

Tarih felsefesi bir bilimsel zorunluluk esasına dayanmakta olup sürekli bir akımdır. Tıpkı insanda olduğu gibi, insanlığın başlangıcından bu yana her yerde baş göstermiş ve tarihi oluşturmuş olan ve iki düşman ve çelişik unsur arasında süregelen bir diyalektik çelişki ve savaşım söz konusudur tarih felsefesinde de. Tarih, insan türünün zaman çizgisindeki devinimidir. İnsan türüyse “küçük dünya”dır; varlığın en yetkin görünümü, yaratılışın tezahürüdür. Doğa ise onda bilince ulaşmıştır; onun çizgisinde evrime, bilinçli ve kendinde olan diri bir olmaya doğru yol alır.

Başka bir deyişle insan, varlığın mutlak irade ve bilinci olan Allah iradesinin tecellisidir. İnsan bu “insanbilim”inde Allah'ın dünyadaki temsilcisi, yeryüzündeki halifesidir. Dolayısıyla, “insan olma” serüveninden ve mahiyetinin oluşma sürecinden ibaret olan insan tarihi, rastlantısal olamaz, olaylarca yaratılmış olamaz, maceracıların oyuncağı olamaz; bu tarihin kof, boş, anlamsız, sonuçsuz ve bilinmez olması olanaksızdır.

Kuşkusuz, tarih, dünyanın öteki gerçeklikleri gibi bir gerçekliktir; bir yerden başlayıp kaçınılmaz olarak bir yere varacaktır. Hedefi olmalıdır tarihin, bir yöne doğru yürümelidir.

Nereden başlamıştır? “Çelişki”nin başlangıcından (!): tıpkı insan gibi.

İnsanın kökenini insanbiliminde şu şekilde tanıdık: İnsan, balçıktan ve Allah'ın ruhundan mürekkeptir. Adem'in öyküsüne bakın bir! “Adem”in öyküsünde insan türünden, gerçek ve felsefi anlamıyla insandan söz edilir. İnsan, işte Adem'deki bu “ruh-balçık”, “Allah-Şeytan” savaşımından başlar. Fakat tarihi nereden tanıyoruz? Nereden başlar tarih? Kâbil ile Hâbil'in savaşından..

Adem'in oğullarının her ikisi de beşer¥dir; doğal birer beşer. Ama birbiriyle savaşmaktadırlar. Biri, ötekini öldürür. Buradan başlar insanlık tarihi. Adem'in savaşı özde (türde) gerçekleşen zihinsel bir savaştır. Bu ikisininkiyse hayatta gerçekleşen özdeş savaştır. Dolayısıyla Hâbil ve Kâbil öyküsü, tarih felsefesini, Adem'in öyküsüyse insan felsefesini göstermektedir. Hâbil ile Kâbil'in savaşı tarihteki iki karşıt cephenin savaşıdır, tarihin diyalektik esasına göre. Dolayısıyla, tarihin de insanınki gibi diyalektik bir hareketi vardır. Bu çelişki de Kâbil'in (Bence çiftçilik düzeninin, tekelci ya da bireysel mülkiyetin temsilcisidir.) Hâbil'i (Bence avcılık çağının ve mülkiyetten önceki ilkel ortaklık döneminin temsilcisidir.) öldürmesiyle başlar. Bundan sonra tarihin sürekli savaşı başlar. Tarih, baştanbaşa, katil Kâbil kanadıyla, maktül Hâbil kanadı arasında, hâkim kanatla mahkûm kanat arasında olagelen savaşa sahnedir. “Avcı Hâbil”, “mâlik Kâbil” eliyle öldürülür. Yani üretim kaynaklarının genel paylaşım dönemi (hayvancılık ve avcılık çağı) ve kardeşlik ve gerçek iman ruhu, çiftçilik döneminin ve özel mülkiyet düzeninin, dinî aldatmacanın ve başkasının hakkına tecavüz etmenin gerçekleşmesiyle ortadan kalkar, mahkûm olur. O zaman Kâbil, tarihte diri kalır. Hâlâ da ölmemiştir... [5]

Tarih felsefesi, öncelikle medeniyet ve tarihin gelişimine sebep genel kanunları arar; tarihte ne olup bittiğinden ziyade olayların nedenleri araştırır. İnsanoğluna, medeniyetlere ait kültürel kodları belirlemeye çalışır. Bu bakımdan; metafizik, bireyci ve diyalektik tarih felsefesi olarak üçe ayrılır.

Metafizik tarif felsefesine göre insanların tarihi, Tanrı'nın iradesiyle yönetilmektedir; Tanrı istemiş ve tarih olmuştur; bundan sonra da öyle olacaktır, görüşü hakimdir.Bireyci tarih felsefesi ise tarihi büyük bireyler, düşünürler, etkili liderler yönetmektedir görüşü üzerinden hareket eder. Diyalektik tarih felsefesi ise tarihi üretim ilişkileriyle belirlenen toplumlar yapar, şeklinde bir görüşü benimser. Tarihsel gerçekler, gerçeğin ifade edilebilmesi ile ilintilidir. Gerçeklik olgusu zaman mekan ve olayların yapısallığı ile şekillenir.[1]

“Tarih” sözcüğünün çifte anlamlılığına koşut olarak, «tarih felsefesi”nden iki şey anlaşılır:

  1. Yaşanmış geçmişin felsefesi olarak tarih felsefesi
  2. Tarih biliminin felsefesi

Birinci anlamıyla tarih felsefesine, geçmişte kalan olayların ne anlam ifade ettiği sorgulamaktan başlayıp, giderek insanlığın tüm yaşanmış geçmişi yani «dünya tarihi» ne yönelen bir felsefe uğraşı olarak bakabiliriz. Bu uğraş, giderek, tüm insanlık tarihine yönelik bir üst-bakış edinmeye, hatta tüm insanlık tarihi hakkında kapsayıcı olmak isteyen bir felsefe sistemi kurmaya kadar gider ve tüm insanlık tarihi, bu türden felsefe sistemleri ışığında açıklanmaya çalışılır.

İkinci anlamıyla tarih felsefesi ise, tarih biliminin ve tarihçinin bilgi elde etme etkinliğini sorgulayan, tarih biliminin dayandığı ilke ve yöntemleri eleştiren ve giderek «tarihsel bilgi» nin nitelik, hatta olabilirliğini çözümleyen bir tarihsel bilgi eleştirisidir.[2]

Tarih Felsefesi; tarih, ilim, sanat ve felsefe gibi tamamen farklı disiplinlerin terkibi mahiyetinde bir düşünce tarzıdır. Bu disiplinlerin bakış açıları çok farklıdır:

  1. Tarih, maziye bakış (retrospectare)
  2. İlim, istikbale bakış (prospectare)
  3. Sanat, içe bakış (introspectare)
  4. Felsefe, tefekkür ve araştırmaya bakış (inspectare)
  5. Tarih Felsefesi ise, umumi ve kapsayıcı görüşe, terkibî tefekküre (conspectare) ait bakış açısıdır. Yani, bütün bakış açılarının bir sentezidir.

Bu tasnife göre, tarih hâfızaya, ilim zekâya, sanat derûnî ilhama, felsefe tefekküre, tarih felsefesi ise bunları top yekûn ihtiva eden terkibî düşünceye muadildir.[3]

Öbür yandan günümüzde tarih biliminin felsefesinin giderek genişleyen bir düzlemde çalıştığı ve bu düzlemden kalkarak birinci anlamıyla tarih felsefesine yoğun eleştiriler yönelttiği görülmekle birlikte; yine günümüzde birinci anlamıyla tarih felsefesinin eskiyi aratmayacak bir yoğunlukta sürdüre geldiği saptanabilir. Bilim felsefesi açısından septik bir bakış altında eleştiri konusu olan bu türden tarih felsefesinin yine de yoğun biçimde sergilenmeye devam etmesinin nedeni ise, bize göre, geçmişin ve bu arada bağlı olarak, geleceğin, insan için, Kant'ın dediği gibi, sormaktan ve yanıt aramaktan vazgeçmeyeceği birer konu olmalarıdır.

İnsanların geçmiş--şimdi-gelecek üçlemesi içinde, en gündelik deyimiyle “nereden geldik, neredeyiz, nereye gidiyoruz?” türünden sorulara yanıt getirme girişimlerinin hiç dinmediği görülür.

Sade bir gözle baktığımızda böyle bir sorunun ilk bölümüne "nereden geldik?" elden geldiğince bir yanıt getirme uğraşımızı sürdürüyorsak da , sorunun son bölümüne "nereye gidiyoruz?"getirebileceğimiz doyurucu nitelikte hiçbir “tam yanıt” yoktur.

İşte geleneksel tarih felsefesinde karşılaştığımız “tarih felsefeleri” nin büyük çoğunluğu, bu türden sorulara yanıt verme ihtiyacının ürünleri olmuşlardır Ama bu türden sorulara verilen yanıtlar çok çeşitli olduğu gibi, kendi aralarında da çoğu kez karşıtlık içindedirler Bazı yanıtlara göre, tarihte bir erek vardır ve bu erek geçmişe bakarak saptayabilirsek geleceği de önceden görebiliri gelecek hakkında öndeyiler (Prognose) ortaya atabiliriz

Bazı yanıtlar ise, tam tersine, tarihte tam bir ereksizlik olduğunu bu yüzden gelecek hakkında konuşamayacağımızı belirtirler Bazı filozoflar, tarihte tam bir ilerleme olduğunu söylerler bazıları ise, tarihte belli dönemlerde adına ilerleme diyebileceğimiz bir gelişme olsa bile tarihin tümüyle ilerleyen bir süreç olduğunu söyleyemeyeceğimizi anlatırlar

İlerleme ve ereklilik, çoğu filozofta bir aradadırlar ve onlar tarihi çizgisel olarak bir ereğe doğru ilerleyen bir süreç olarak görürler; başka bazıları ise, tam tersine, tarihte belli dönemlere göre devinip duran döngüsel bir süreç olduğunu iddia ederler,

Tüm bu yanıtları birbirleriyle bağdaştırma olanağı ise hiçbir zaman tam olarak yoktur ve tarihe çoğu kez bir “bütün” olarak bakan bu çabaların tarihte bulduklarını iddia ettikleri “tarihin genel felsefi anlamı” nın ne olduğu, bu yüzden hep sorunsal kalır

Ne var ki bir sorunun (“tarihin genel anlamı”) çözülemezliğini kavramış olmak o sorunun insan düşüncesinden sokulup atılması için bir bahane de olamaz Hele bu sorun doğrudan doğruya insanın kendi yaşamına ve geçmişine ait bir sorun ise bu yüzden insan düşüncesinin felsefe tarihinin çoğu döneminde “tarihin felsefî anlamı” gibi bir soruna gösterdiği ilgi daima çok yoğun olmuştur Geçmiş hakkındaki bilgimizin eksikliği geçmişe anlam- verme çabalarını zaman zaman (günümüzde olduğu gibi) bir ölçüde dizginlese de, hiçbir zaman tam olarak engelleyemiyor En kuşkucu filozoflarda hatta geleneksel anlamıyla tüm “geçmişin felsefeleri”ni, tüm «tarih felsefeleri»ni yadsıyan filozoflarda bile, tarihe bir anlam verme çabasına rastlanabiliyor Hatta ve hatta, tarih biliminin felsefesiyle yetinmek isteyen bilim felsefecilerinde bile, değişik bir boyutta da olsa, bazı “genel tarih yorumları”na başvurulduğu da saptanabilir.[6]

Genel Olarak Tarih Felsefesi

Tarih sözcüğünün kavramsal yapısını incelediğimizde onun Latince'deki Historia ya da İngilizce'deki History karşılıklarının tümü Grekçe'deki İstoria
kavramından gelmektedir. İstoria kavramın anlamlarına baktığımızda : haber alma yoluyla bilgi edinme, bildirme, görerek tanık olarak bilme gibi anlamlara geldiği görmekteyiz. Heredotos ise İstoria'yı bu anlamlarla sınırlamayıp insan topluluklarının başından geçenleri kaydetme yoluyla edinilen bilgi olarak tanımlamıştır. Daha sonra Thukides ise bu kavramı sadece aktarma ya da kaydetme olarak değil; aynı zamanda geçmişte kalan insani olayları değerlendirme ve yorumlama olarak anlamlandırmıştır.

Herdotos ve Thukides sayesinde İstoria sözcüğü bir çift anlamlılık kazanmıştır. Hem doğal olgular hakkında tanıklık bilgisi hem de toplumsal olaylar hakkında haber bilgisi olarak çift anlamlı ele alınmıştır Harekleitos'tan Aristo'ya kadar tüm Grek düşüncesi hakiki bilgi ve İstorik bilgi ayrımı kullanmışlardır. Greklere için tarih rastlantısal olar ak tekrar eden bir süreçtir. Yani tarih tekerrürden ibarettir. Fakat Hıristiyanlık'la birlikte Tarih kavramının farklı bir yapıda ele alındığını görmekteyiz. Grek düşüncesinde şimdi ve gelecek ile sürekli ve nedensel bir ilişki yoktur. Onlara göre nasıl kozmos da döngüsel bir düzen varsa toplumsal yaşamda da döngüsel bir düzen vardır. Ama Yahudilik ve Hıristiyanlık, buna farklı bir yaklaşım getirmişlerdir. Hıristiyanlık anlayışına göre zaman, başlangıcı ve bitimi olan bir yapıdaydı. Bu başlangıçtan ve bitime kadar süreklilik ve gelişime sahipti. Bu da çizgisel tarih anlayışını ortaya koymaktaydı.[7]

Doğu'da Tarih Anlayışları

Taozim'e baktığımızda döngüsel bir tarih anlayışı olduğunu görmekteyiz. Buna göre her şey, Tao'ya geri döner. Konfiçyus'a baktığımızda, Tarih bir adalet ilkesi peşindedir. Tarihi dönemlere ayırmaktadır;

  1. Karışıklık Dönemi
  2. Doğruluk Dönemi
  3. Büyük Barış Dönemi

Budizm'e baktığımızda ise Tarihin Nirvana'yla ilişkili olan ruh göçüne dayandığını görmekteyiz. Hinduizm'de ise destanlar tarihi belgelerdir. Döngüsel tarih anlayışı vardır. Tarihi dönemlere ayırırlar;

  1. Altın Devri: Herkes iyi
  2. Treta Devri: İyi huylar zayıflamıştır
  3. Dvapra Devri: Günahlar vardır
  4. Kali Devri: Üzüntü vardır

Upanişadlara baktığımızda farklı bir tarih anlayışı görmekteyiz. Onlara göre tarih kaçınılması gereken bir özelliğe sahiptir. Tarih geçicidir. Zamana dikkate edenle hayale dalmış zavallılardır. Tarih kurtuluş getirmez. Bu yüzde tarih üzerine çıkılması gerekir. Ruh göçüne inanırlar.[7]

Eski Yunan'da Tarih Görüşleri

Eski Yunan Tarih anlayışlarına baktığımızda Tanrıların Tarihi belirlediği gözlenmektedir. Esiot'a göre Tarihin ilkesi doğruluktur. Tarih Tanrısaldır. 4 Tarihi evre vardır;

  1. Altın Çağı: İnsanlar ve tanrılar, arkadaştır.
  2. Gümüş Çağı: İnsanlar ve tanrıların arası açılmıştır.
  3. Bronz Çağı: Kahramanlar çağıdır.
  4. Demir Çağı: Bencillik devridir.

Poligos ise evrensel bir tarih yazmaya çalışmıştır. Ona göre her olayın bir nedeni vardır. Bu tavrı ise tarihi bilim olarak ele aldığını gösterir. Tacidus'a baktığımızda tarihin anlamının günahlardan arınmak olmadığını düşündüğü görmekteyiz. Kişiyi dünya şartları içinde ele almak gerekir. Böylece dine dayalı bir tarih anlayışı yerini farklı bir anlayış a bırakmıştır. Heredotos ise İstoria'yı bu anlamlarla sınırlamayıp insan topluluklarının başından geçenleri kaydetme yoluyla edinilen bilgi olarak tanımlamıştır. Daha sonra Thukides ise bu kavramı sadece aktarma ya da kaydetme olarak değil; aynı zamanda geçmişte kalan insani olayları değerlendirme ve yorumlama olarak anlamlandırmıştır.

Herdotos ve Thukides sayesinde İstoria sözcüğü bir çift anlamlılık kazanmıştır. Hem doğal olgular hakkında tanıklık bilgisi hem de toplumsal olaylar hakkında haber bilgisi olarak çift anlamlı ele alınmıştır.[7]

St. Agustin ve Tarih Anlayışı

St. Agustin'in düşüncelerinden önce şunu söylememiz gerekmektedir ilk Hıristiyan teologları Antikçağın etkisindedirler. Örneğin; Origenes, Antik çağın döngüsel tarih anlayışını savunmaktaydı. Ama St. Agustiunus farklı bir anlayış getirmiştir ve ilk tarih filozofu olarak bilinir. Ona göre Tanrı zaman ve mekan dışından olmasına rağmen yarattıkları zaman ve mekan içindedir. Zaman ise geçmiş ş imdi ve gelecek arasında bulunmaktadır.

Agusitiunus'un düşüncelerine baktığımızda onun döngüsel anlayışı yıkmış olduğunu görmekteyiz. Özelikle Hıristiyan inancıdan olan ilk günahtan başlayan ve İsa Mesih'in kurtarmasına kadar süren bir zamandan söz etmektedir. Yani zamanın bir başlangıcı ve bir de bitişi vardır. Ona göre de
tarih yaradılıştan Eskaton'a kadar olan geçittir. Bu da çizgisel tarih anlayışıdır. Onun Tarih felsefesinin ilişkide olduğu diğer kavramlar ise "İnanların Devleti" ve "İnanmayanlar Devleti" kavramlarıdır. Tarih bu iki devlet arasında süren gerginliği ve bunların ayrımını ifade etmektedir. İnanların devleti Tanrı devlettir. İnanmayanları devleti, yeryüzü devletidir.[7]

İbn Haldun ve Tarih Anlayışı

İbni Haldun'un tarih anlayışına baktığımızda, ona göre nasıl ki doğa olgular arasında bir nedensellik ilişkisi varsa toplumsal olgular arasında da bir ilişki vardır. Tarihsel olaylar, toplumsal yaşamda bulunan yasalıklar çerçevesinde ortaya çıkarlar ve bu yasalıklar aynı doğada olduğu gibi zorunludurlar. Ona göre yapılması gereken tekil tarihsel olayların içindeki yasalıkları bulmak ve bu tekil olayları genel yasalıklar altında incelemektir. Tekil tarihsel olayların toplumsal doğalarına göre anlatılması gerekir. Çünkü toplumsallık tekil tarihsel olayların gerçekleştiği şablonlardır. Bu yüzden toplumu araştıran Ümran İlminin de Tarih için önemi büyüktür.

İbn Haldun'a göre Asabiye kavramı toplum için önemlidir ve her toplumun asabiyesi farklıdır. Bu yüzden de her biri kendi gelişimi kendi içinde yaşar ve kapalı bir sistemdir. İbn Haldun'a göre her toplumun yaşadığı aşama döngüsel bir süreç içerisinde kendini gösterir.

İbni Haldun'un düşünceleri, Greklerin Döngüsel tarih fikriyle bezerlik göstermektedir. Ona göre tarihin ve toplumun doğası değişmez ve döngüsellik bilinciyle kavranabilir. Onun bu döngüsel tarih anlayışı determinizm ve fatalizm içermektedir.[7]

Yeniçağ ve Tarih Felsefesi

Bu döneme baktığımızda karşımıza öncellikle Hümanizm kavramı çıkmaktadır. Hümanizm Rönesans insanın birey olma çabasıdır. Hıristiyan doğmalarına karşı çıkış vardır. Hümanizm kendine artık ortaçağı değil, Antikçağı örnek almaktadır. Hem kişide hem de toplumdan bireysellik kazanmadır. Bu bakımdan bazı düşünürlere bakacak olursak öncellikle karşımıza Machivelli çıkar. Çünkü ilk defa tarih yazıcılığının ahlakçılıktan ve öğütçülükten sıyrılması gerektiğini savunan kişidir. Ona göre Tarih yazıcılığı devletler arasındaki ilişkiyi politik açıdan ele almalıdır. Böylece devleti yöneten kişiye de yarar sağlayacaktır. Boudin ise ilk defa günümüze yakın bir tarih dönemi ayrımı yaparak ön plana çıkar; Antikçağ, ortaçağ ve yakınçağ.

F. Bacon ise insanın 3 yetisinden söz eder; akıl, hayal gücü ve hafıza. Akıl ile felsefe, hayal gücü ile şiir ve hafıza ile de tarihi yönünün olduğunu belirtir. Fakat Voltaire'ye kadar Tarih hakkında fikirler öne sürülse de Tarih felsefesi kavramını kullan olmamış tır. İlk defa Voltaire kullanmıştır. Ona göre tarih öncelikle bir tarih felsefesi yapmayı gerektirmektedir.[7]

Herder ve Tarih Anlayışı

Herder, aydınlanmacıların ilerleme ilkesine karşı çıkmaktadır. Aydınlanma ilerlemeci anlayışın tarihi kendi zamanlarıyla değerlendirmesi eksikliktir. Herder'e göre tarihsel çağları bugünün ölçütleriyle kavramaya çalışmak yanılgılara neden olur. Doğa da , Tarih de oluş halindeki alanlardır. Bu yüzden
Tarihi bütün olarak kavrayacak doğa yasaları gibi bir yasa yoktur. Tarihsel olaylarda sabit ideler de yoktur.

Tarih, ona gör tanrısallığın görü alanıdır. Tarih, bütün olarak bilinemez. Bu yüzden, her çağın kendi geçmişine kendi ölçütleriyle eğilmekten başka çaresi yoktur. Bu yüzden de her kuş ak kendi geçmiş ini kendi ölçütleri altında yorumlar. Herder'e göre tarih bir inişler-çıkışlar sürecidir. Grekler, güzellikte; Roma, hukukta parlak anlara sahip olmuştur.

Herder'de diğer bir kavram ise GELENEKTİR. Tarih felsefesini bilimsel düzlemede olanaklı kılan şey gelenektir. Gelenek, bugün de yaşaya geçmiştir. Geleneği olmayan insan, sadece bir doğa varlığı olarak kalır ve tarihi olmaz. Geleneğin ya da tarihsel birikimin ürünü olarak ise karşımıza HÜMANİTE
çıkar Birikim ve gelenek kavramları insanlık tarihi kavramında birleşir.

Tarih felsefesi betimlemeci ve yorumlamacı bir uğraştır. Tarihin felsefesinin ve Tarih biliminin baş vuracağı yöntem anlamadır.[7]

Kant ve Tarih Felsefesi

Kant'a göre historik bilgi, bir akıl bilgisi değildir. Akıl bilgisi yoluyla tarihsel bilgiye ulaşılamaz. İnsan aklı apriori olarak tarihi bilemez. Herder, Tarihe hümanite açısından yaklaşılması gerektiğini söylemekteydi. Kant, bunun doğru olduğunu; ama hümanitenin yanında bir de ilerleme açısından yaklaşılmalıdır.

Kant'a göre İlerleme ise teorik açıdan eğil pratik açıdan ele alınmalıdır. İlerleme son derece yararlı bir idedir bu açıdan ahlaki bir değer taşımaktadır. İlerleme idesi, tarih için önemlidir. İlerleme sayesinde insan çabaları anlamlı bir hedefe yönlenmektedir. Bu yüzden tarihte bir ilerleme görmek tarihi anlamlı bir süreç haline getirmektedir. İlerleme idesi beraberinde EREKLİLİK kavramını getirmektedir. İlerleyen bir şey daima bir ereğe doğru ilerleyen bir şeydir. Tarihe bu ereklilik idesi altında bakmamızı sağlayan şey ise insanını özgürlüğüdür.

Tarih, insanın özgürlüğünün gelişmesi açısından bir anlam taşır. Tarihe insanın özgürlüğünün gelişme süreci olarak bakmadığımızda ise tarih bir anlamsızlık yığını haline gelir. Kant, Tarihe pratik akıl ile eğildiğimizde onda bir ilerleme ve erek görebileceğimizi söyle buna göre İnsanın hedefi evrensel adalete dayalı bir toplum oluşturmaktır. Böyle bir ilerleme ve hedef olduğundan tarih anlamlı bir hale gelmektedir. Ona göre insanın iki yönü vardır. İnsan hem bencildir hem de toplumsal olma eğilimi vardır. Bu, kant'a göre bir antagonizmadır. Bencil olan insan şeref , mülkiyet gibi bencil isteklerini ancak toplumda elde edebilir. Bu yüzden toplumu oluşturacaktır ama buradaki erek evrensel adaleti temele alan bir toplumdur.[7]

Hegel ve Tarih Felsefesi

Hegel'e göre tarih tinin kendini özgürleştirme eylemdir. Tin tarihte doğal bir oluş halinde değildir. Özgürlük halinde kendini açmaktadır. Tin, kendini sanatta seyir, dinde öngörü, felsefede düşünce olarak açar. Tarih içerisinde halkalar vardır. Bunlar, tinin geliş iminin basamaklarıdır. Bubasamaklar bütüne doğru giderler ve kendilerini devlet tiplerini olarak gösterirler. Bunlar Doğu, Yunan, Roma ve Hıristiyan Germen devletleridir.

Tarihte bazı öne çıkan bireyler vardır. Bunlar tarihe yön veren kişiler olarak görülür ama aslında bunlar dünya tinine hizmet ederler. Bu ise AKLIN HİLESİDİR. Dünya tininde ilerlemeyi gerçekleştiren özgürlüktür; özgürlük ise başkasında kendinde olmaktır.

Hegel, Tarihe iki anlam yükler. İlki olup biten olaylar, ikincisi ise bilim olarak tarih. Bilim olarak tarih ise kamu bilinci oluşunca mümkün olmaktadır.

Tarih yazıcılığında ise Hegel iki ayrım yapar. İlki Düz Tarihtir. Bu öngörüden yoksun, halk deyiş leridir. Destan masal burada yer alır. İkinci olarak ise Edebi Tarihtir. İnsanın geçmiş ini doğadan farklı olarak ele almaktadır. Bu da üçe ayrılmaktadır;

1- İlkel Tarih

insanların gördüklerini aktarmalarından meydana gelir. Heredot, buna örnektir.

2- Refleksiyonlu Tarih

Tarihçi, başka bir çağı kendi çağının ışığı altında inceler. Bu da kendi arasında 4'e ayrılmaktadır:

a- Genel: Bütün tarihsel dönemleri topluca ele alır.
b- Pragmatik: Ahlâkî eğitimi ele alır.
c- Eleştirel: Geçmişle şimdiyi karşılaştırır.
d- Özel: Bir halkın yaşamını sınırlı bir biçimde ele alır.

3- Felsefî Tarih

Kavramsal yapılarla ilgilenir. Felsefî bir bakış açısıyla inceler.[

Design Aykut Yarıcı
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol