kabe9
Kabe'nin Hikayesi
Kabe, yeryüzünde yapılan ilk mabet, ibadet yeri. Müslümanların kıblesi, namazda döndükleri cihet, taraf. Mekke-i Mükerreme şehrinde Mescid-i Haram'ın ortasında dört köşeli taştan yapılmış bir odadır. Müminler hac ibadetini yapmak için dünyanın her tarafından burayı ziyarete gelirler. Yeryüzünün en kıymetli yeri Kabe'dir. Kabe, görünüşte dünyadaki evlerden biridir. Hakikatte ise ahirettendir. Kabe, dünya ve ahireti kendinde toplamıştır. Kabe, Beytullah (Allah-u Teala'nın evi) Rabbimizin üstün ve faziletli kıldığı eşsiz yerdir. Kabe'yi, yeryüzüne Hz. Adem'in inşa ettiğini Muhammed el-Ezrâkî, "Ahbâr-u Mekke" adlı eserinde şöyle anlatmaktadır:Hz. Adem, yeryüzüne indirilmesi sebebiyle çok üzülüyor ve günlerini ağlamakla geçiriyordu. O'nun üzüntüsüne melekler de ortak oluyorlardı. Bir defasında adem secdedeyken; “Ya Rabbi! Bana ne oldu ki, artık meleklerin seslerini, senin zatını tesbih ve takdis etmelerini duyamıyorum. Onları göremiyorum.” diye arz edince, Cenab-ı Hak, buyurdu ki: “Ey adem! Senden sadır olan zelle, meleklerin tesbihini işitmene manidir. Ancak benim yeryüzünde bir beytim vardır. Sen onun temelini bulup üzerine bir Beyt bina et. Beni takdis ve beytin etrafını tavaf et. Ey Adem! O beyti Mekke'de kıldım. Evladından her kim beytime gelip, sadece benim rızamı isterse, bizzat beni ziyaret eden misafirim gibidir. Bunları şanıma layık bir şekilde ağırlarım ve bütün ihtiyaçlarını gideririm!”
Hz. Adem, Allah-ü Teala'nın bu emri ile Serendip Adası'ndan Mekke'ye doğru yürümeye başladı. Bir melek, kendisine yol gösteriyordu. Mekke-i Mükerreme'nin bulunduğu yere gelince, Allah-ü Teala ona yardımcı melekler gönderdi. Melekler, Beyt-i Ma'mur'un tam hizasına gelecek şekilde yedi kat yere kadar varan bir temel kazdılar. Kazılan bu temele toprak seviyesine kadar otuz kişinin ancak kaldırabileceği büyüklükte taşlar yerleştirdiler. Sonra Allah-u Teala melekler vasıtasıyla bu temelin üzerine bir Beyt indirdi. Bu Beyt, Cennet yakutlarından bir yakut olup, parıl parıl parlıyordu. İndirilen bu beytin biri şark (doğu), diğeri garp (batı) olmak üzere iki kapısı vardı. Beytullah'ın içinde ayrıca nurdan kandiller yakılmıştı. Kandillerin çanakları Cennetin külçe altınlarındandı ve etrafında yıldız gibi parlayan beyaz yakutlar diziliydi. Hacer'ül-Esved de bunlardan biriydi. Hacer'ül-Esved'in daha sonra günahkar kimselerin el sürmesiyle karardığı rivayet edilmiştir. Böylece Beyt-ül-Ma'mur'un tam altına gelecek şekilde yeryüzünde de Beytullah, yani Kabe-i muazzama inşa edilmiş oldu.
Bazı rivayetlere göre Cennetten gelen bu Beytullah (Kabe-i muazzama) adem 'ın vefatından sonra tekrar göklere kaldırıldı. adem 'ın evlatları önceki temellerin üzerine taştan ve çamurdan bir bina yaptılar. Bu bina, Nuh zamanındaki tufana kadar zaman zaman tamir edildi ve tufanda yıkıldı.
Kabe'nin tufandan sonra İbrahim 'a kadar yeri belirsiz olup yalnız bulunduğu saha bilinmekteydi. Bu bölge kırmızı topraklı ve sel sularının yükselemeyeceği kadar tümsek bir tepe durumundaydı. Yeri kesin bilinmemekle beraber, insanlar Kabe'nin o bölgede olduğunu biliyorlardı. Yeryüzünün çeşitli memleketlerinden zulme uğramış, kederli, sıkıntılı, dertli ve Allah-u Teala'ya sığınmak isteyen kimseler bu bölgeye gelip dua ederler, maksatlarının hasıl olduğunu görünce geri dönerlerdi. İbrahim 'ın, Beytullah'ı yeniden yapmasına kadar, bu bölgeye olan hürmet ve saygı devam etti.
Hz. İbrahim, Allah-u Teala'nın emriyle Kabe-i Muazzama'yı yapmak için Mekke'ye gitti. Oğlu Hz. İsmail'i ve Hacer validemizi yıllar önce oraya bırakmıştı. Hz. İbrahim, oğlu Hz. İsmail ile Zemzem Kuyusunun başında karşılaştılar. Senelerdir hiç görüşemeyen baba-oğul, sevinçle birbirlerine sarılıp hasret giderdiler. Zemzem kuyusunun başında oturdukları zaman Hz. İbrahim; “Ey İsmail! Allah-u Teala, bana kendi zatı için bir Beyt yapmamı emrediyor. Sen de yardım eder misin?” buyurdu. Hz. İsmail de; “Elbette yardım ederim.” diye cevap verdi. Hz. İbrahim; “Ya Rabbi! Kabe'yi nerede yapayım?” diye sual etti. Cenab-ı Hak; “Biz sana onun yerini göstereceğiz.” buyurdu. Bir rivayete göre Kabe'nin yerini Cebrail gösterdi. Böylece Hz. İbrahim, oğlu Hz. İsmail ile birlikte temel kazmaya başladı. adem zamanında kazılan temeli buldular. Aynı temel üzerine, Kabe'yi inşa etmeye başladılar. Cebrail'in tarifine göre Hz. İbrahim, binayı Hz. İsmail'in getirdiği taşlarla yapıyordu. Nihayet Kabe'nin duvarları yükseldi ve yukarıya taş yetişemez oldu. Bunun üzerine büyükçe bir taş getirdiler. Hz. İbrahim, bu taşa basarak duvarı örmeye devam etti. Mübarek ayağının izi çıkan bu taşa "Makam-ı İbrahim" dendi. Kabe'de tavaf namazı bu taşın bulunduğu yer olan Makam-ı İbrahim'de kılınır. Binanın yapımında, melekler, taş getirmede Hz. İsmail'e yardım ettiler. Sıra, Hacer-ül-Esved'e gelince Hz. İbrahim ; “Ey İsmail! İyi bir taş getir ki, hacılara işaret olsun!” buyurdu. İsmail, bir taş getirdi. Hz. İbrahim; “Bundan daha iyi bir taş getir.” deyince, Ebu Kubeys Dağından; “Cebrail tufanda bana bir taş emanet etti. Gel onu al!” diye bir ses işitti. Bunun üzerine Hacer-ül-Esved taşı, Ebu Kubeys Dağından alınıp, Kabe'deki yerine yerleştirildi.
Baba-oğul, Kabe'yi yapıp bitirince, Bakara suresi 127. ayet-i kerimesinde mealen bildirildiği gibi; “Ya Rabbi! Bizden bu hayırlı işi kabul et! Muhakkak ki sen, duamızı işitici, niyetimizi bilicisin.” diye niyazda bulundular.
Kabe-i m-Muazzama, Hz. İbrahim'den sonra zaman zaman yıkılıp yeniden inşa edilmiştir. Bu inşaların biri de, Resulullah efendimize peygamberliği bildirilmeden önce olmuştur. Sevgili Peygamberimiz, o zaman 35 yaşlarındaydılar. Yağmur ve seller, Kabe'nin duvarlarını iyice yıpratmıştı. Ayrıca çıkan bir yangın, hasara sebep olduğundan binayı yeniden yapmak lazımdı. Bunun üzerine Kureyş Kabilesi, Kabe'yi, Hz. İbrahim'in yaptığı temele kadar yıkıp yeniden inşa etmeye karar verdiler. Lüzumlu malzeme ve parayı temin etmeye çalıştılar. Fakat toplananlar, ihtiyaca cevap vermekten uzak olup, Kabe'yi, İbrahim 'ın oturttuğu temel üzerinden yapacak miktarda değildi. Kendi aralarında istişare ettiler. Kabe'nin temelinin bir tarafını kısaltmak, topladıkları malzeme miktarınca taştan bir bina yapmak için karar aldılar. Hilal şeklindeki Hatim denilen küçük duvar ile, Kabe arasını boş bırakıp, dört köşe, kuzey duvarını altı arşın bir karış (bir arşın = 68 cm) içerden başladılar. Diğer duvarları, eski temelin üzerine inşa etmeye devam ettiler. Bir sıra taş, bir sıra tahta ile duvarlar örülüyordu. İstemedikleri kimseleri içeri sokmamak için, sel sularını bahane ederek Kabe kapısını yer seviyesinden bir insan boyu yüksekten başladılar. Kabe'nin içini, kapının eşiği seviyesine kadar toprakla doldurdular. Hacer-ül-Esved'in konulacağı yere kadar binayı yükselttiler. Fakat Hacer-ül-Esved'i yerine yerleştirmek hususunda ihtilafa düştüler. Her kabile bu şerefe kavuşmak istediğinden, aralarında büyük bir anlaşmazlık çıktı. Abdüddaroğulları; “Bu işi bizden başkası yaparsa kan dökeriz.” diyerek meydan okudular. Dört-beş gün süren bu anlaşmazlık sebebiyle, neredeyse kan akıtılacaktı. Bu sırada Abdülmuttalib'in dayısı ve yaşlı bir zat olan Huzeyfe bin Mugire; “Ey Kureyş topluluğu! Anlaşamadığınız iş hakkında hüküm vermek üzere, şu kapıdan ilk girecek zatı aranızda hakem yapın.” diyerek, Kabe'ye açılan Beni Şeybe Kapısını gösterdi. Oradakiler bu teklifi kabul ettiler ve işin en nazik anında bu işi halledecek kimseyi beklemeye başladılar. Nihayet kapıdan; doğruluğunu, üstün ahlakını son derece takdir ettikleri ve El-Emin, yani hep kendisine güvenilir dedikleri Hz. Muhammed'in geldiğini gördüler. Hep birden; “İşte El-Emin! O'nun hükmüne razıyız.” dediler. Durum, Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed'e anlatılınca, bir örtü istedi. Onu yere sererek Hacer-ül-Esved'i örtünün üzerine koyup; “Her kabileden bir kişi bir ucundan tutsun.” buyurdu. Taşı, konulacağı yere kadar kaldırttı. Sonra kendisi taşı kucaklayıp yerine koydu. Böylece çıkmak üzere olan büyük bir çarpışmanın önlendiğini gören kabileler, bu hareketten memnun kaldılar.
Kapı yüksekliğini dört arşın bir karış yaparak binayı tamamladılar ve tavanının düz yapılmasını tercih ettiler. Üzerine yağacak yağmurların akması için kuzey taraftaki duvara bir tane de oluk (Altın Oluk) yaptılar. Bina tamamlandığında ellerinde bir miktar malzeme arttı. Onunla da kuzey tarafta kalan, yapamadıkları temel üzerine yüksekliği az bir duvar yaptılar. Böylece Hatim denilen hilal şeklindeki duvar meydana geldi. Bu duvar ile kuzey duvarı arası Kabe'ye aittir, yani Kabe'nin içidir. Onun için tavaf yapılırken Hatim'in dışından dolaşılır. Hatim'in içinde namaz kılmak pek kıymetlidir. Hz. İsmail'in kabr-i şerifi de Hatim'dedir.
683 (H. 64)'te Hüseyn bin Numeyr es-Sekuni'nin Mekke kuşatması sırasında Kabe, tamamen yandı. Bu zamanda Abdullah bin Zübeyr hazretleri, Hacer-ül-Esved'i gümüş bir bağ ile bağladı.
Abdullah bin Zübeyr, Peygamber Efendimiz'in Hz. Ayşe'ye buyurduğu; “Senin kavmin, Beytullah'ın binasını kısalttılar. Maddi imkanları kafi gelmedi de Hatim tarafından birkaç arşın yer bıraktılar. Eğer senin kavminin zamanı küfre yakın olmasaydı, Kabe'yi yıkar, bıraktıkları kısmı İbrahim'in (') yaptığı ilk temel üzerine inşa ederdim. Beytullah'a ayrıca, yer seviyesinden iki kapı da yapardım. Biri şark (doğu), diğeri garp (batı) kapısı olurdu. İnsanlar şark kapısından girer, garp kapısından çıkarlardı...” hadis-i şerifine uygun olarak Kabe-i Muazzama'yı yeniden yaptırmaya başladı. Böylece Kabe, Hz. İbrahim'in yaptığı temel üzerine yapılmış oldu. Kapılar yer seviyesine indirildi. Hacer-ül-Esved'i yerine, Abdullah bin Zübeyr'in oğlu Ubbad ile Cübeyr bin Şeybe yerleştirdi. Kabe'ye, Mısır'da dokunan iyi cins bir kumaş ile örtü yapıldı.
Kabe'nin bu hali, Halife Abdülmelik bin Mervan'ın Mekke valiliğine tayin ettiği Haccac bin Yusuf zamanına kadar devam etti. Haccac, halifeye mektup yazıp Kabe'yi eskisi gibi yapmak istediğini bildirdi. Kabul edilince kuzey duvarını yıkıp, Hatim'i dışarıda bıraktı. garp kapısını kapattı. Şark kapısını yükseltti. Böylece Kabe-i muazzama bugünkü hale geldi.
Bundan sonra Kabe artık tekrar yıkılıp yapılmadı. Ancak zaman zaman Osmanlı sultanları tamirat ve tezyinatlar yaptılar. Mesela 1612 senesinde Sultan Birinci Ahmed Han, seksen bin Osmanlı altını harcayarak tamirat yaptırmış, bundan on sekiz sene sonra oğlu Dördüncü Murad Han, pek çok altın sarf ederek tamir ve tezyinatta bulunmuştur.
Kabe-i Muazzama, Mescid-i Haram'ın ortasında, dört köşe taştan bir oda olup, 17 metre yüksekliktedir. Kuzey duvarı, 8.8; güney duvarı 7, doğu duvarı, 11.9; batı duvarı, 12.8 metre uzunluğundadır. Doğu ve güney duvarları arasındaki köşede Hacer-ül-Esved taşı vardır. Hacer-ül-Esved'in yüksekliği, yere nazaran bir metreden fazladır. Taş, hacıların ellerini, yüzlerini sürmeleri ve öpmeleri sebebiyle çukurlaşmıştır. Kabe'nin doğu duvarında bir kapı vardır. Kapı yerden 1,7 metre yükseklikte olup eni, 1.7; boyu, 2.7 metredir. Duvarlarının iç yüzü ve zemini renkli mermerlerle kaplıdır.
Kabe'nin dört köşesine Rükn denir. Şam'a karşı olan köşeye Rükn-i Şâmî, Bağdat'a karşı olana Rükn-i Irakî, Yemen tarafında olana Rükn-i Yemanî, dördüncü köşeye de "Rükn-i Hacer-ül-Esved" denir. Rükn-i Irakî hizasında; yedisi mermer, diğer basamakları ağaçtan 27 basamaklı, minare merdiveni gibi yuvarlak olan merdiveni, Osmanlı sultanlarından İkinci Mustafa Han yenilemiştir. Kapının sağ tarafında çukur ve tavana kadar yükselen üç direk bulunmaktadır. Kabe'nin dış yüzü ipekten siyah bir perde ile örtülüdür. Kapının perdesi yeşil atlastır.
Zemzem Kuyusu, Mescid-i Haram içinde, Hacer-ül-Esved köşesi karşısında ve köşeden 8 metre uzakta bir odada olup, 1.8 metre yüksekliğinde taştan yapılmış bir bileziği vardır. Sultan Birinci Abdülhamid Hanın yaptırdığı bu odanın zemini mermer döşeli ve duvarlara doğru meyillidir.
Dünyada Mekke-i Mükerreme'de bulunan Kabe'den başka ikinci bir Kabe yoktur ve burası yeryüzünün en kıymetli yeridir. Kabe'yi tavaf etmenin fazileti hakkında sevgili Peygamberimizin pek çok hadis-i şerifi vardır. Bunlardan birkaçı şöyledir:
«Kim Beytullah'ı tavaf ederse, Allah-u Teala, bunun her adımına bir sevap yazıp, bir günahını siler.»
«Bu Beyt, İslam'ın direğidir. Kim bu beyti ziyaret etmek maksadıyla hac veya umre yapmaya çıkarsa, (bu yolda) öldüğü takdirde; Allah-u Teala, onu Cennetine koymayı, sağ kaldığı takdirde ganimet ve mükafatla memleketine döndürmeyi taahhüt eder.»